Bir İç Güvenlik Harekatı Olarak KCK Davaları
![]() |
Resim yazısı ekle |
Ölümü B.Brecht tarafından, "Hitler'in alman edebiyatına
verdiği ilk ciddi kayıp" olarak yorumlanan
Walter Benjamin “Son Bakışta Aşk”
kitabında şöyle der. “Hiçbir uygarlık belgesi yok ki aynı zaman da barbarlık
belgesi olmasın”
Son duruşması geçtiğimiz hafta görülen Diyarbakır KCK
Davasını düşününce aklımda asılı kalan bu cümle “KCK Davalarını” da özetler mi
diye düşündüm. Hani şu, yalnızca bir dosyasında 7 bin 578 sayfalık iddianame
ile 104'ü tutuklu, 152 şüpheli hakkında,
15 yıl ile ağırlaştırılmış müebbet arasında değişen hapis cezaları istenen
davalar. Hani şu, uygarlığa ve barbarlığa aynı zamanda meşruiyet sağlayan
hukukun kristalize olduğu davalar.
Diyarbakır KCK Davasında duruşmalar, vicdanen en derinde,
kanatılmaya en müsait olan meselenin tartışmaya açılmasıyla başlamıştı.
Mahkeme başkanı kapatılan Demokratik Toplum Partisi'nin
(DTP) yöneticilerinden Kamuran Yüksek'i kürsüye çağırdı. Yüksek Kürtçe savunma
yapacağını söyledi. Mahkeme başkanı bu konuda karar verdiklerini ve savunma
Türkçe olmayacaksa sanığın yerine dönmesini istedi.
Oysa , Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun (CMK) 202. maddesi açıktı. "Sanık meramını en iyi
anlatabileceği dilde savunma yapabilir".
Mesele Türkçe bilip bilmemek değil. Mesele, meramınızı en iyi hangi
dilde anlatabiliyorsanız, o dilde savunma yapma hakkınızın varlığı. Bu konuda
tartışmaya yer yoktu.
Ne var ki, yargılama dili ile
sanığın dilini özdeş kabul eden mahkemenin tutumu, daha en başta davanın açıkça
bir irade savaşının parçası olarak yürüyeceğini gösterdi.
Dava mahkeme tarafından
Clausewitz’ in deyişiyle, politikanın başka araçlarla sürdürülmesi olarak
görüldü. Bugüne kadar yapılan duruşmaların içeriği adeta, “hasmı irademizi
yerine getirmeye zorlayan bir şiddet hareketi” idi. (1) İradeyi kırmaya dönük
şiddet kuşkusuz en derinde olana,
kanatılmaya en müsait yere yöneldi; “Anadil” e.
Aslında başkanlığını
Cumhurbaşkanı A. Gül’ün yaptığı Milli Güvenlik Kurulu’ nun (MGK)
bildirilerinde, 2008 den itibaren
yapılan vurgular, irade kırmaya dönük
“kapsamlı ve çok yönlü” kitlesel tutuklama ve yargılamaların eşiğinde
olduğumuzu göstermişti.
Bildiriler de, “Terörle
mücadele ortamında herkesin
sorumluluk duygusuyla hareket etmesi ve güvenlik güçlerimize destek olması
gerektiği”, “Tüm kurumların etkin işbirliği” vurgulanıyor, “önümüzdeki dönemde
de yalnızca güvenlik boyutuyla değil terörü besleyen ortamın tasfiyesini de içeren kapsamlı
ve çok yönlü bir yaklaşımla” , “devletin
tüm kurum ve kuruluşlarının azami uyumu koordinasyonuyla daha etkili
mücadele stratejilerinin hayata geçirileceği ifade” ediliyordu.
“Etkili mücadelenin” hangi
alanları kapsadığını açıkça ifade eden ve hedef olma durumundan kaçınılabilmesi
için ne yapılması gerektiğini de eklemeyi unutmayan son MGK bildirisi ise,
stratejik yaklaşımın daha da netleşmesini sağladı. “Sivil toplum kuruluşları, medya, siyasi partiler ve kanaat
önderlerinin teröre karşı ortak bir duyarlılık, söylem ve tutum
sergilemelerinin önemine “ işaret eden bildirinin pratik hayattaki en çarpıcı
tezahürü, medyanın “etkili mücadeleye” katılarak KCK yargılamalarını “camera
obscura” dan geçirme gayretleri oldu
Bu bildirilerin paralelinde
olduğu kuşku götürmeyen bir açıklama da R.T.Erdoğan başkanlığında yapılan son
Yüksek Askeri Şura Toplantısı sonrasında geldi. Açıklamada daha da somut bir
ifade kullanılarak “İç güvenlik harekâtı
ve hudut güvenliğine yönelik Türk Silahlı Kuvvetlerinin icra ettiği
faaliyetler” in görüşüldüğü ifade edildi.
Tüm bunlar gösterdi ki, devlet
aygıtlarının bütün olarak katıldığı,
kurum ve kuruluşların hep birlikte hayata geçirdiği, yalnızca güvenlik
boyutuyla değil, toplumsal ilişkileri
tamamıyla içeren, “irade kırmaya dönük” bir
iç güvenlik harekatıyla karşı
karşıyaydık.
Bilindiği gibi iç güvenlik
harekatları, kaynağını NATO
belgelerinden alan “iç düşman” tanımlamasıyla tarif edilen kesimlere karşı
yapılmakta. “Temizlik Operasyonu”
da denilen bu yöntem aslında
1950’ler den beri bilinen NATO’nun “Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri”
konsepti içinde yer alır. Önemli olan nokta mümkün olduğu kadar kişinin etkisiz
hale getirilmesidir. Bunun için kitlesel sonuç alacak araçlara başvurulur.
Silahlı çatışmalarda toplu yok etmeye yönelik kimyasal ve yakıcı bombalar,
siyasi alanda kitlesel tutuklamalar gibi toplumun bütününe dönük araçlar
kullanılır.
Eski olmakla birlikte hala
geçerliliğini koruyan “Harekat Talimnameleri”, “Adli sistemin bir ayaklanma
hadisesinin fevkalade durumuna hemen tatbik edilmesi bir ihtiyaçtır” der ve
devam eder, “Tutuklu bulunmalarına lüzum
vardır ve bu hal uzun bir süre devam edebilir”. Bu yönde sorumluluk yüklenen idari ve adli
aygıt sürece hizmet etmek zorundadır.
Bugün itibariyle birçok ilde
KCK davası var. Diyarbakır, Siirt, Batman, Şırnak, Urfa, Van, Hakkari, Bitlis,
Muş, Erzurum, Adana, İstanbul, Ankara,
İzmir bunlardan bazıları. Bu davalarda
yaklaşık 4000 kişinin yargılandığı, tutuklu sayısının ise 2000’i geçtiği
belirtilmekte.
Avukatlar, akademisyenler,
gazeteciler, milletvekilleri, belediye başkanları, parti yöneticileri,
öğrencilerin yargılandığı davalarla ilgili olarak savunman Meral Danış
Beştaş, “Ortada bir yargılama yok,
mahkeme şeklen devam ediyor, siyasilerin yapamadığını yargı eliyle yapıyorlar”
derken, bir uygarlık belgesi olarak “hukuk” denilen aygıtın aynı zaman da
barbarlık belgesi olarak da savaşın bir parçası olduğunu anlatmaya çalışıyor..
Uygarlığa dönük kazanımların “varlıklarını,
sadece onları yaratan büyük dehaların çabalarına değil aynı zamanda o çağda
yaşamış adı sanı bilinmeyen insanların katlandığı külfetlere de borçlu”
olduğunu söyleyen Benjamin, Nazi rejiminin iç güvenlik harekatı sonucu Eylül
1933’de Paris’e kaçmak mecburiyetinde kalmıştı. Orada kendisine destek olacak,
Yahudi olduğu gerekçesiyle üniversiteden kovulan ve kısa bir süre önce kaçan
Arendt ile buluştu. Arendt 18 yıl hiçbir devlete bağlı olmadan (haymatlos)
yaşadı .
Gazeteci Gunter Gaus 1964 de
yaptığı bir söyleşide Arendt’e, “Nazi
Almanya’sın da ki bunca acıdan sonra geriye ne kaldı?” der. Arendt,
“Elbette kırgınım” der ve devam eder “Dil kalıyor. Geriye kalan anadil.”
“KCK Davaları”nı takip etmeli.
(1) Clausewitz, Savaş
Üzerine, Sayfa 14, Eriş yayınları
YORUM YAZIN